AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ (K.S.) MEHMET MEMDUH PAŞA ŞERİF KUDSİ EFENDİ (K.S.) HÜSEYİN KUDSİ EFENDİ (K.S.) HALİL NURULLAH EFENDİ (K.S)
HACI AHMET EFENDİ (K.S.) BAHRULLAH EFENDİ (K.S.) OSMAN NURİ EFENDİ (K.S.) OSMAN SARAÇ (Rahmetullahi Aleyh) OSMAN NECMULLAH EFENDİ (K.S.)
AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ (K.S.)
Tekkenin son şeyhi Fatih dersiamlarından Ahıskalı Ali Haydar Efendi’dir. Dini ve manevi ilimlerde devrinin müstesna şahsiyetlerinden olup, Nakşibendi yolunun Halidî kolundan Yanyalı İsmet Efendi Hz. silsilesinin 34. sıradaki mürşididir. Memleketi Ahıska’da başlayan tahsil hayatı, sonrasında zamanının en önemli ilim merkezlerinden biri olan Erzurum Bakırcı Medreselerinde devam etmiştir. Daha sonra İstanbul’a gelen Ali Haydar Efendi, Fatih Medreselerine intisab etmiştir. İlmi silsiledeki icazetini 1901 yılında Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi’den almış ve 1902’de dersiâm (profesör) olarak ders vermeye başlamıştır. Bu arada Hukuk eğitimine devam etmiş ve 1906’da Medreset’ül-Kuzat’dan (Hukuk Fakültesi) mezun olmuştur. Daha sonra Fetvahane Fıkıh Müsevvidliği ve Sahn Medresesi Fıkıh Müderrrisliği vazifelerinde bulunmuştur. Huzur Dersleri başmuhatablığı gibi devrinin en mümtaz ilim meclislerinde yer alan Ali Haydar Efendi, son olarak Şeyhülislamlık Telif ve Tercüme Komisyonu reisliği de yapmıştır.
Tasavvuftaki yetişmesi Bandırma’lı Bezzaz Ali Efendi’dendir. Kendisine intisab ettikten sonra tasavvufta da büyük mesafe katetmiş ve 1914’de müridlerin reyi ve Meşihat Makamının tayini ile irşad makamındaki hizmetine Çarşamba’daki bu mekanda devam etme hakkı tanınmış, ancak bir haksız engel sebebi ile buradaki hizmete başlaması 1919’u bulmuştur.
Nakşibendi yolunun temel hususiyetlerinden ilme ve şeriata tavizsiz bağlılık ve “için Hakk ile, dışın halk ile olsun” vecizesinde ifadesini bulan mahviyyetin bir numune-i imtisali idi. O’nun hayatı, tasavvuf yolunun kalabalık taraftar toplama, ekonomik ve siyasi güç kazanma faaliyeti olmadığını açıkça gösteren bir tablodur. Padişah’ın Huzur Hocalığını, Mecelle Telif Heyeti azalığı gibi makamlarına rağmen, hayatının sonuna kadar insanların içinde sıradan biri gibi yaşamıştır. Mesela alışverişini kendisi yapar, bahçesinde yetiştirdiği meyveleri, damadı Merhum Osman Nuri Efendi ile birlikte satılmak üzere esnafa naklederdi.
Hitabeti çok kuvvetli, fakihliği 4 mezhebe fetva verecek kadar kuvvetli idi. Dinin tebliğine büyük önem verirdi. “Din-i Mübin-i İslâm’ın devam ve bekası, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin devamına; dîn-i mübin-i İslâm’ın inkırazı (yıkılması) ise emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin (iyiliği emredip kötülükten alıkoyma) terkine bağlıdır.” derdi.
Pek çok ilim erbabı yetiştirdi, kıymetli müridleri oldu. Uzaktan yakından ziyaretine gelen zatlar arasında Erzurum’dan Alvarlı Mehmet Efendi, Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi, Hasip Efendi, Mehmet Zahid Kotku Efendi en meşhurlarındandır. Günümüzün önde gelen alimlerinden Emin Saraç Hocaefendi de Ali Haydar Efendi Hazretlerinin icazetli talebesidir. Ali Haydar Efendi’nin Fatih Dersiamlığı makamında icra ettiği klasik İslami eserlerin okutulması geleneğini bugün devam ettiren Emin Saraç Hocaefendi, aynı zamanda Eksel’li Bahrullah Efendi Hz. yoluyla İsmet Efendi Hazretleri’nden feyz alan Erbaa’lı Merhum Üzeyir Efendi’nin torunu, merhum Osman Saraç Hocaefendi’nin ağabeyidir. Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi de Ali Haydar Efendi’nin talebelerindendir.
Ali Haydar Efendi vaktinin büyük bir bölümünü Kur’an-ı Kerim, evrâd, ezkâr ve ilmi çalışmalarla geçirirdi. Siyasetten ise uzak durur, talebelerinin de uzak durmalarını tavsiye ederdi. Buna rağmen 1920’leri takip eden onyıllar, birçok İslam âlimi gibi, Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin de çetin imtihanlarla karşılaştığı dönemlerdir. Özellikle Tahir’ül-Mevlevi ile aynı koğuşta kaldığı tutuklanma hadisesi, İskilipli Atıf Hoca vakası ile alakası olduğu iddiası ile tutuklanarak hapse gönderilmesi, daha sonra Bursa’da yine mesnetsiz olarak tutuklattırılması ve onu izleyen olaylar, en unutulmaz ve acı hatıralardandır.
İlerleyen yaşı ve yaşadığı mücadele dolu hayat, Onu artık yatağa mahkûm etmişti. Yaklaşık onbeş gün yattığı yerden kalkamayan Ali Haydar Efendi, dergâhının bulunduğu bahçedeki evinde, 1 Ağustos 1960 yılında arkasında binlerce gözü yaşlı mürit bırakarak vefat etti. Önceden alınmış izin ile Fatih Camii Haziresine defnedilecekken, zamanın ihtilal hükümeti buna izin vermedi ve Edirnekapı Sakızağacı kabristanına defnedildi. Cenazesinde Türkiye’nin dört bir yanından gelen müridlerin ve sair Müslümanların oluşturduğu müthiş bir kalabalık mevcuttu.
MEHMET MEMDUH PAŞA
İsmet Efendi Hz.lerinin mensuplarından ve aynı zamanda vakfın İsmet Efendi’den sonraki mütevellisi olan Memduh Paşa 1839 senesinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Vezir ve şair Kandiyeli Mazlum Paşa’nın oğludur. Rüşdiye tahsilinden sonra on beş yaşında Hariciye Mektupçu Kalemine girmiş, Abdülaziz’in cülusunda Mabeyn Katipliğine alınmıştır. Sonra Amedi Kalemine verildi. Maliye, Maarif, Sadaret Mektupçuluklarında ve Şura-yı Devlet Azalığında bulundu. 1887’de Konya, iki yıl sonra Sivas Valisi oldu. 1893’de Ankara Valisi iken vezir oldu ve 1895’te Dahiliye Nazırlığına getirildi.
Mutlakiyet devrinin son nazırlarının en itibarlılarından idi. Memduh Paşa Cenab-ı Hakkın kendisine nasip ettiği mevki ve makamı çekemeyenlerin, yaptığı hayırlı işlerden çıkarları zedelenenlerin düşmanlıklarından hiçbir zaman rahat bulamadı. Aleyhindeki iftiraların hiçbirine aldırmayarak kendisini on üç sene imparatorluğun içişleri bakanlığı gibi mühim bir görevde bulunduran Sultan Abdülhamid Han Cennetmekan, Memduh Paşa Siyasi Hatıratında kendisinden övgü ile bahseder ve yapılan ithamları anlatır. Memduh Paşa Merhum 1908 inkılabında II.Abdülhamid’in bir çok adamıyla birlikte rüşvet ve jurnalcılık iftiralarıyla önce Büyükada’ya sonra Sakız’a sürüldü. “Faik bize ihsan-ı Hüda damen-i İsmet” sözüyle bu alemdeki en büyük nimete, bir mürşid-i kamilin hizmetine kavuştuğuna işaret eden Memduh Paşa için hem Hak’tan gayrısından umut kesip yüz çevirmesine, hem de Hakk’ın lutfuna ulaşmasına sebep olan bu belalar birer nimetti.
Umumi af üzerine İstanbula dönen Memduh Paşa Boğaziçinde Kireçburnu’ndaki yalısında uzun müddet yaşadıktan sonra 1925 (H.1341) yılında 86 yaşında vefat etti. Mensup olduğu dergah-ı şerif bahçesine sırlandı.
Dervişliği, devlet adamlığı yanında kuvvetli bir şair de olan Memduh Paşa gençliğinde Faik mahlasıyla çok gazeller yazmıştır. 1872’de Esrar-ı Memduh isimli küçük bir risalesi neşredilmiştir. 1908’den sonra şiirlerini muhtevi divanı, mektuplarını muhtevi “Bedayi-i Âsar” ile “Esvat-ı Sudur”, “Mir’at-ı Şuunat”, “Hal’ler, İclaslar” “Tasvir-i Ahval”, “Feveran-ı Ezman”, “Yemen Hakkında Bazı Malumat”, “Kuvvet-i İkbal” adlı risaleleri basılmıştır.
Memdûh Paşa’nın Dîvân’ında İsmet Efendi Hazretleri’ni mehdettiği manzûmenin bir kısmı şöyledir:
Vücûdu âleme revnak velîyy-i îzed-i mutlak
Sırât-ı müstakîm-i Hak neşât-ı her-dil-i mahzûn
Cenâb-ı Şeyh İsmet Mustafâ-ism ü Alî-sîret
Şeref bahş-ı velâyet bâsıt-ı na’mâ-yı gûn-â-gûn
* * *
Sensin ol debdebe-bahşâ-yı cihân-ı ma’nâ
Taht-ı vâlâ-yı velâyetde şehin-şâh-ı güzîn
Sensin ol nahl-i vefâ serv-i semâ pîrâye
İdeli zıll-ı latîfinle zemîni tezyîn
Basdığın yerler olup cümle içün câ-yı necât
Nakşı kefş-i kadem-i muhteremin hısn-ı hasîn
Yüzünü sürse o topraklara Memdûh revâ
Hâkidir anber-i sârâ vü gubârı müşkîn
Midhatin gâyeti yokdur bilürüm ammâ kim
Vasf-ı pâkiyle ider kesb-i safâ kalb-i hazîn
* * *
Mustafâ İsmet ziyâ-fermâ-yı âfâkı kılup
Pîrehen ber-dûş-ı ismet mâh-ı Ken’ân’ım benim
Nûr-ı mahz olmuş vücûdu bedr-i tâb-efzâ gibi
Vardır isbât-ı kemâlâtında burhânım benim
Hâk-i pâk-i âsitânı ıtr-pâş-ı rûz-gâr
Nükhet-i halkı sabâ-yı sahn-i bustânım benim
Münhasırdır sözlerim vasf-ı gazâl-ı halkına
Rûh-ı Dâvûd-ı nebî olsun gazel-hânım benim
Allah Allâh ben ezelden vasfının müştâkıyım
Tâ ebed medhin ider tab’-ı suhen-dânım benim
ŞERİF KUDSİ EFENDİ (K.S.)
Aslen Dimetoka’lı olan Mehmet Şerif Kudsi Efendi, İsmet Efendi Hz.lerinin halifelerindendir. Şeyhlerinin vefatlarından sonra boşalan seccadelerine oturarak dergah-ı şeriflerinde hizmet etmişlerdir.
Bu zat adet-i şerifeleri mucibince her sabah yedi cüz Kuran-ı Kerim ve yetmiş bin kelime-i tevhid okumadan sabah namazını kıldıkları yerden kalkmazlarmış. Bu müddet zarfında bunları okumanın normal insan takatinin üzerinde olduğu muhakkaktır. Fakat Kadir-i Mutlak zaman içinde zaman, mekan içinde mekan yaratmaya elbette muktedirdir. Zaten zamanın, mekanın yaratıcısı da o değil midir?
Şerif Kudsi Efendi Hz.leri, Cuma günleri namaz için Sultan Selim Camii’ne gidecekleri zaman halk kutlu selamı yahut safa nazarı ile bereketlenmek arzusuyla yolun iki tarafına dizilip beklermiş. Şeyh Efendi ise gözlerini ayak uçlarına, gönüllerini Hak Teala’ya yönelttiği için ne kendisini bekleyen ahaliyi görür, ne de selamlarını işitirmiş.
Hizmetleri zamanında tekkenin bahçe duvarlarından bir kısmının yıkılmakta olduğu kendilerine haber verildiğinde “Benim vazifem burada hatm-i hace okutmaktır. Bu gibi şeylerle beni meşgul etmeyiniz. Bunları mütevelliye söyleyiniz.” buyurarak “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi İslamının güzelliğindendir” Hadis-i Şerif’inde bahsedilen halin güzel bir numunesini göstermişler. Cenab-ı Hak halleriyle hallenip, yollarında ilerleyip yüksekte derecelerinden pay almayı bizlere de nasib eylesin.
Vefatları mezar taşlarına 1 Cemaziyelahir 1303 (M. 1886) olarak kaydedilmiştir.
HÜSEYİN KUDSİ EFENDİ (K.S.)
Edirneli Hüseyin Kudsi Efendi, İsmet Garibullah Hz.lerinin halifelerinden olup, aynı zamanda kayınpederidir. İstanbula geldiğinde Koca Mustafa Paşa semtinde yerleşmiştir. Şerif Kudsi Efendinin vefatından sonra dergahta hizmet edip 4 Safer-ül hayr 1304 (M. 1887) Pazar günü intikal-i dar-ı beka kılmıştır.
İsmet Efendi, Hüseyin Kudsi Efendi‘ye hitaben: “Seni sohbet Şeyhi yaptım” buyurmuşlardır. Bu zat talipleri sohbet ile irşad ederlermiş. O derece ki huzurlarına gelenler konuşmaya fırsat bulamazlarmış. Cenab-ı Hak irşad ile vazifeli olanlara çeşit usuller bahşetmiştir. Kimi sohbeti ile, kimi teveccühü ile, kimi yazdığı kitaplar ile, kimi deli dolu hallerinde ehlinin anlaması için gizlenmiş işaretler ile irşad eder. Hüseyin Kudsi Efendiye de böyle bir yol verilmiştir. Yine Cenab-ı Şeyh İsmet Yanyavi’nin halifelerinden Nurullah Efendi ise hiç konuşmadan teveccüh ile insan yetiştirirdi.
Hüseyin Kudsi Efendi maddi cihetten de kudret sahibi bir zat idi. Çarşamba’daki tekkenin olduğu yeri bu zat satın aldığı gibi, Bandırma’da Bezzaz Hacı Ali Efendi’nin hizmet ettiği tekkeyi dahi kendisi alıp yaptırmıştır.
HALİL NURULLAH EFENDİ (K.S)
Kutbü’l irşad Zağravi Halil Nurullah Efendi Hz.leri İsmet Efendi Hulefasından olup Silsile-i Zeheb bu zatın ismi ile devam etmiştir. Tarikat-i Aliyye’ye intisab etmelerinden bir hafta sonra kendilerine keşf-i kubur hali ihsan olunmuştur. Yani kabirlere teveccüh edip hallerine vakıf olurlardı. Bir kısım ihvan, evliya kabri diye ziyaret edilen bazı türbelerin hakikatte ziyaretlerine gerek bulunmayan boş yerler olduklarını keşfedip haber verdiği için Halil Nurullah Efendi‘yi ‘halkın itikadı ile oynuyor’ diye şeyhlerine şikayet ederler. İsmet Efendi Hz.lerinin gönderdikleri mektuptaki “Halil, bundan sonra gördüğün rüyayı bile anlatmak yok” emri üzerine mübarek ağızlarını sıkı sıkıya kapatırlar. Muslukları dindirdikten sonra gönül şadırvanlarında esrar-ı sübhani ve envar-ı rahmani öylesine kuvvetle birikmeye başlar ki İsmet Efendi tarafından Nurullah ismi ile isimlendirilip hilafet-i mutlaka ile şereflendirilir. Kutbü’l irşad makamına yükselmişlerdir. Hüseyin Kudsi Efendi‘den sonra da tekkede irşad ile meşgul olmuşlardır.
Bir gün ziyaretlerine gelen iki kişi uzun müddet huzurlarında bekledikleri halde şeyh efendi başını murakabeden kaldırmayınca bir tanesi “Yahu mürşid-i kamil olduğunu işittik. Gidelim de istifade edelim dedik. Kalktık geldik. Bu ise uyuklayıp duruyor. Geldik geleli yüzümüze bakmadı. Bizi irşad edecek bir kelime bile söylemedi” diye gönlünden geçirdiğinde kalp casusu olan o veliy-yi kamil bu hale vakıf olup başını kaldırmış:
– Evlat, demiş. Bu yol gevezelik yolu değildir. Sana verilen vazifeyi yap. Git işine.
Nurullah Efendi Hz.leri bereketli ömürlerini 13 Cemaziyel ahir 1311 (M. 1893) tarihinde tamamlamışlardır.
HACI AHMET EFENDİ (K.S.)
Ahmet Hilmi Efendi Hz.leri bugün Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Nevrakop’ta dünyaya gelmiş; İstanbul’da tahsilini tamamlayarak Fatih Medreselerinden icazet almıştır. Hocası İngiliz Lakaplı Kerim Efendi tarafından Alanya’ya rüşdiye hocası olarak gönderilmişse de yolda Ispartalı Abdullah Efendi isminde bir mürşid-i kamil’in şöhretini işitmekle kendi muallimliğini unutmuş, o hak mualliminin huzuruna koşmuştur. Hacı Ahmet Efendi bu zatın dergah-ı şerifinde bir hafta boyunca herkesle birlikte oturup kalkmasına, yiyip içmesine rağmen kimse kendisiyle alakadar olmamış, nihayet bir gün Abdullah Efendi Ahmet Efendi’yi çağırır;
– Evlat, gelişinin farkına varmadık mı zannediyorsun. Seninle meşgul olmayışımız gafletimizden değil, nasibinin bizden olmayışındandır, buyururur.
Bu sözden müteessir olup geldiği yüce kapıdan boş döneceğine üzüldüğünü fark eden şeyh Efendi’nin: “Bana bak, benim veliy-yi kamil olduğuma inandın; buraya kadar geldin de şimdi nasibin benden değildir deyince niye inanmıyorsun? Hem senin kısmetin ayağına gelecek” demesi üzerine İstanbul’a geri döner. Burada da hocası İngiliz Kerim Efendi’nin “Seni ilme, irfana, Din-i İslam’a hizmet edesin diye yetiştirdim. Sen ise verilen vazifeden kaçıyorsun” tarzındaki haklı sitemi ile karşılaşır. Tekrar rüşdiye hocası olarak, bu sefer Bandırma’ya gider, fakat gözü her an yolda, gönlü her dem düşde, Yusuf’un kokusunu alan Yakup misali kendisine verilen müjdeyi, ayağına gelecek kısmeti beklemeye başlar. Bu bekleyiş içerisinde geçen günlerden birinde, bir akşam üzerinde dersleri tamamlamış, çocukları salıvermiş, kendisi de dalgın dalgın oturur olduğu halde yanı başında söylenen “İşte geldim” sözü ile irkilir. Bu gelen yıllar önce hissettiği buy-ı rahmanın taşıyıcısı Şerif Kudsi Efendi‘dir. O günden sonra Tarik-ı Nakşi’de yürüyerek dost kokusunun burcu burcu yayıldığı nice gülistanlara uğrar; gönülden gönüle feyezan edip akan nice hak pınarlarından içer; nice konaklar aşıp visal-i Hakk’a erer ve Halil Nurullah Efendi tarafından kendisine hilafet verilir.
Ahmet Hilmi Efendi ihvanlarla birlikte hacca gider. Hüseyin Kudsi Efendinin başkanlığında sohbet ede ede yol alırlarmış. Kafiledekilerin yaptığı görev taksiminde kendisine yemek hazırlama işi düşer. Mola verdikleri bir yerde yemekleri hazırladıktan sonra sıcağın tesirinden kurtulmak için ağaç altında dinlenmeye koyulur. O sırada, hasta olan Hüseyin Kudsi Efendi çok sıkıntılı bir hale düştüğünden Ahmet Efendi’ye seslenerek hastalığın tesiriyle gayet sert çıkışır:
– Neredesin be herif ? Tu senin suratına.
Hacı Ahmet Efendi bu hadiseyi naklederken şöyle ilave buyurur:
“Cenab-ı Hak, Hüseyin Kudsi Efendinin tükürdüğü anda beni öyle bir feyze kavuşturdu ki o günden beri devamlı aynı halin tekrarını umarım. Fakat nasip o demdi…”
Evet, bu iş böyledir. Vücutlarını Hakk’a ayna kılanlardan ancak rahmet-i Hak akseder. Bazı halleri zehir gibi görünse de hakikatte panzehirdir. Yeter ki o aynayı kendi nefeslerimizle buğulandırmayalım.
Nurullah Efendi’nin vefatından sonra boşalan tekkeye şeyh tayini için ihvanlar kendi aralarında seçim yaparlar. Bir kısmı eskilerden, İsmet Efendinin halifelerinden Mehmet Efendi isminde bir zatı, bir kısmı da Hacı Ahmet Efendi’yi tercih ederler. Mehmet Efendi bunları haber aldığında öbür şeyhin kim olduğunu sorar. Gençlerden, Halil Nurullah Efendi‘nin halifelerinden Bandırma’da rüşdiye hocalığı yapan bir zat olduğunu öğrenir. O zaman kendi hakkından vazgeçerek:
– Burası aç bir tekkedir. Ben nasıl doyurabilirim. O ise koskoca rüşdiye muallimidir. Beni de onun listesine yazınız. Ben de onu seçiyorum, buyurur.
İsmet Efendi Hz.leri ise bu aç tekkeyi doyurma, işlerini çevirme hususunda: “Bir değirmen kurdum. Suyu nereden gelir bilinmez” dermiş.
Şeyhulmeşayih Hacı Ahmet Efendi Hz.leri ömürlerinin son günlerinde hastalanıp vücutça çok düşkün bir hale gelmişlerdir. O derece ki ızdırabını hafifletmek gayesiyle seccade üzerine yatırıp bebek gibi sallarlarmış. Hava değişiminin iyi geleceğini düşünerek Ali Sırrı Efendi’nin Erenköy’deki köşküne götürmüşler. Erenköy’de bulundukları sıralarda bir gece ihvanlarından birisine rüyada:
– Evlad, Rasul-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’le birlikte piranımız beni almak için geldiler. Gitmemek olmaz. İhvanı hoş tutun buyurmuşlar ve o gece 28 Cemaziyelevvel 1323 (M. 1905) tarihinde alemlerini değiştirmişlerdir.
BAHRULLAH EFENDİ (K.S.)
İsmet Garibullah Hazretlerinin yüksek halifelerindendir. Asıl ismi Mehmet’tir. Bahrullah lakabı Şeyhi tarafından kendisine verilmiştir. Tokat’ın Erbaa kazası, Eksel köyündendir. İrşad ile vazifelendirildiği Tokat ve çevresinde Ehl-i Sünnet Akidesi’nin bozulmadan bugünlere gelmesini sağlayan gizli bir kahramandır.
Tahsilini Tokat’ta tamamlayan Bahrullah Efendi peşpeşe gördüğü rüyalarda İsmet Baba tarafından çağrılır. Bu manevi işaretler üzerine Cenab-ı Hakk’ın kendisine ezelde takdir ettiği kısmete kavuşmak arzusuyla İstanbul’a doğru yola çıkar. Bu sırada, “Kalpten kalbe yol vardır” sırrının aşinalarından olan Mevlana İsmet Yanyavi yanındaki ihvanlarına dönerek:
– Tokattan bir aşık-ı sadık buraya gelmek için yola koyuldu. Kendisinden önce kokusu buraya ulaştı, diyerek müjdeyi verir.
O zamanın şartlarına göre hayli meşakkatle geçen yoluculuk sonunda Bahrullah Efendi, İstanbula ulaşır. Bezm-i elestte bilişen canlar, bu alemde de buluşmuş, karışmış, kaynaşmışlardır. Şeyhinin eteği dibinde geçirdiği bu mutlu günler içerisinde Bahrullah Efendi de yetişmiş, kemal sahibi veliler arasına karışmıştır. Şimdi sıra nasibi olanları kemale ulaştırmaya gelmiştir. İsmet Efendi bu görevi kendisine şöyle bildirir:
– Azizim bundan sonra siz kendi memleketinizde hizmete memursunuz. Amasya’ya vardığınızda evlenip oraya yerleşmenizi isterler. Sakın kabul etmeyiniz.
Bahrullah Efendi, Şeyhinin bu emri ile memleketinin yolunu tutar. Amasya’dan geçerken İsmet Efendinin işaret ettiği hal vuku bulur. Yüksek hallerine hayran kalanlar orada evlendirip yerleştirmek, bu şekilde kendisini sahiplenmek isterler. Fakat Efendi Hazretleri önceden tenbihli olduğu için kabul etmez. Yoluna devam edip köyüne ulaşır. Orada evlenip barklanır, fakat kimseye sırrını ifşaya yanaşmaz. Köylüler de deli molla diye hitap ettikleri bu garib dervişi köye çoban yaparlar.
O günlerde Sivas Valiliğinde bulunan Memduh Paşa görev icabı Tokat’a gelir. O devirlerde Tokat da Sivas’a bağlıdır. Eksel köyünden geçerken yanında bulunanlara Bahrullah Efendi ile görüşmek istediğini bildirir. Tanımadıklarını söylerler. Öyle ya soran koskoca Vali Paşa Hazretleri, sorulan köyün garip çobanı. Nereden akıllarına gelsin. Memduh Paşa, Bahrullah Efendi‘nin yüksek tevazu sebebiyle gizlendiğini anlar. Huzuruna gider. Onu, irşada memur olduğu, bu maksatla Tokat’a gönderildiği, gizlenmek yerine Peygamber Efendimiz’den kendisine kadar sahih yed ile gelen yolun yayılması, devam ettirilmesi için üzerine düşen vazifeyi yapması gerektiği, yoksa mesul olacağı hususunda ikna eder. Bu hadiseden sonra Bahrullah Efendi, kurduğu irşad mektebinden etrafına nurlar saçmaya başlar. Vafatından sonra evlatları, torunları bu hizmeti devam ettirirler.
Filhakika evliya-yı kiram Allah-ü Teala’nın kabbeleri altında gizli olduğundan bilinmekleri gerekmez. Hatta şöyle söyleyebiliriz ki sırrı ağyara faş etmemek bu yolun erkanındandır. Zaten açığa vursalar da o sırrı nasibi olmayanlardan kim anlar ki. On sekiz bin alem varlığına şehadet edip duruyorken kafirler hala niye inkar edip duruyorlar?
Yalnız dikkat edelim ki yüzüne karşı peçe tutunulacak kişi dost değil, düşmandır. Hazret-i Mevlana’nın tabiriyle:
“Halvet ağyardan olur; yardan değil. Kürk kışın işe yarar; yazın değil.”
Muhakkak ki tevazu mümin-i kamilin ziynetidir. Ama haddini bilip, edeb üzre olmak başkadır; kendisine verilen vazifeyi yerine getirmek başkadır. Hem ne büyük saadettir Yüce Mevla’nın kullarının hidayetine vesile olmak.
İnsanların ve cinlerin hakiki muallimi Muhammed Mustafa Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz şöyle buyurmazlar mı:
” Allah-ü Teala, melekleri, yuvasındaki karıncadan, denizdeki balığa kadar bütün yer ve gök ehli, insanlara hayrı öğreten kişi için salat ederler. “
Ehil olanların bir an bile bu hayırdan geri kalmaları gerekmez. Şunu da unutmayalım ki gerçek ehliyet sahipleri, Bahrullah Efendi gibi kendilerini ehil görmeyenlerdir.
OSMAN NURİ EFENDİ (K.S.)
Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin damadı olan Osman Nuri Efendi (r.a.), aslen Kastamonu’nun Cide kazasından olup, 1909 doğumludur. Rüşdiye tahsilinden sonra memuriyet görevindeyken Ali Haydar Efendi’ye derin bir muhabbetle intisab etmiş, Ali Haydar Efendi’nin en yakın müridlerinden olmuştur. İstanbul’a geldikten sonra bir ara tekrar Anadolu’ya gitmesi sözkonusu olduğunda Ali Haydar Efendi’nin “seni orada evlendirmek isteyeceklerdir, sakın kabul etme. Ben kızım Saide’yi sana münasip görüyorum” diyerek en yakın mürid olması yanında, damadı olma makamına da layık görmüşlerdir. Ali Haydar Efendi, kendisine “gözümün nuru” diye hitap ederdi.
Nuri Efendi Hz. Ali Haydar Efendi’ye intisap ettikten sonra Tekke’ye ömrü boyunca hizmet etmiş, mekânın maddi ve manevi imarında çok önemli rol oynamıştır. O’nun, kanun gereği kapanan tevhidhane binasını Cami olarak yeniden imar edip ibadete açması, mekânın bugünlere kadar gelmesindeki en önemli hizmetlerinden biridir. Kendisi, bu cami inşa edildikten sonra gönül terbiyesi hizmetine fahri imamlık hizmetini de ekleyerek devam etmiştir.
Halen Dünyanın çeşitli yerlerinde irşad hizmetiyle meşgul, Tokatlı muhterem bir zat olan ve evvelden dergahın müdavimlerinden Nimetullah Efendi, kendisiyle ilgili şunları nakleder: “Nuri Efendi, Ali Haydar Efendi’nin dergahının hizmetinde bulunur, herkese yardım ederdi. Ne kadar da mütevazı, gönül ehliydi, bir görseniz. Kendisini devamlı takip ediyorum, devamlı bir işle meşgul. Kendi kendime “Allah Allah! Bu mübarek ne zaman uyuyor?” derdim. Bir gün dayanamayıp kendisine sordum:
“Hocam siz ne zaman istirahat ediyorsunuz?”
“Neden sordun evladım?” dedi. Ben;
“Efendim, hiç boş durmuyorsunuz. Nasihatlerinizde hep gece ibadetinden bahsettiğinize göre gece de ibadetle geçirdiğiniz için demek ki siz de pek uyumuyorsunuz. Bu uykusuzlukla böyle çalışmak nasıl mümkün olur?” deyince O tebessüm ederek:
“Evladım ben günde üç saatten fazla uyursam zihnimin durgunlaştığını görüyorum” buyurdular. Yani gündüz hizmetle, gece de ibadetle meşgul oluyor. Bakın işte, Allah’ın rızasını gözeten Müslüman kardeşlerim, siz de hayatınıza önce hizmeti koyacaksınız.”
Nuri Efendi, Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendi yolunun en önemli hususiyetlerinden olan hizmet ve mahfiyyet’in bir numune-i imtisali idi. Damadı merhum Osman Saraç bazen Onu “günümüzün Somuncu Babası” diye takdim ederdi.
Miladi 1993 senesinde vefat ederek, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde, kayınpederi Ali Haydar Efendi’nin yanına defnedilmiştir. Mevla şefaatlerini üzerimize nasip etsin. Osman Nuri Nazlı Efendi (Rahmetullahi aleyh)’in vefatlarını müteakip kendisinin en yakın müntesiplerinden olan bir yüce gönül eri, Tekke arşivinde bulunan bir Risale-i Kudsiyye nüshasının en son sayfasına şöyle bir not düşmüştür:
“Fatih Çarşambası’nda İsmet Efendi Dergâh-ı Şerifi postnişini Eş-Şeyh El-Hâc Osman Nuri Efendi Hazretleri, Miladi 13 Ocak 1993 Çarşamba, Hicri 20 Receb-i Şerif 1413 tarihinde azm-i irtihal-i dar-ı beka eyleyip ferdâsı günü Edirnekapı Şehitliğinde kayınpederleri Ahıskalı Şeyh Ali Haydar Efendi kurbinde defn-i hâk-i ıtırnâk oldular. Hıyn-i vefatlarında sinn-i mübarekeleri seksen üç olmakla, dergâh-i mezkurede hizmetleri altmış üç sâl-i mukaddese bâliğ idi. Merhûm halîm, selîm, mahfî, mestûr fakat nisbet-i kudsiyyeye mazhar, esrâr-ı tarikate vâkıf bir ehl-i hâl azîz idi. Mevlay-ı Müteâl rahmet buyursun.”
OSMAN SARAÇ (Rahmetullahi Aleyh)
Osman Nuri Efendi’nin damadı olan Osman Saraç hocaefendi, aynı zamanda Eksel’li Bahrullah Efendi Hz. yoluyla İsmet Efendi Hazretleri’nden feyz alan Erbaa’lı Merhum Üzeyir Efendi’nin torunu’dur. Babası Hafız Mustafa Efendi merhum, İslami değerleri ve hayatı yaşamanın en zor olduğu tek parti döneminde Tokat’ın Erbaa kazasının Tanoba kasabasında ilmin ve irfanın ışığı olmuş bir zat idi. Osman Saraç, Mısır’daki El-Ezher Üniversitesindeki tahsilini tamamlayıp Türkiye’ye döndükten sonra bir süre hocalık yapmış, bilahare Milletvekili seçilmiştir. Daha sonra devletin yüksek kademelerinde çeşitli hizmetlerde bulunmuş, ve bir yandan da Tekke Camii’nde vaaz ve irşada devam etmiştir. 1998 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, ve Edirnekapı Mısır Tarlası Kabristanı’na defnedilmiştir. Kendisi, üstün hitabet yeteneği ile temayüz etmiş hocaefendi kişiliği yanında, maddi heveslerden uzak bir gönül eri idi. Ardına bıraktığı miras, henüz basılmamış binlerce sayfa eseri ve vaazlarının ses kayıtlarıdır.
OSMAN NECMULLAH EFENDİ (K.S.)
Rumelinde Hasköy kasabasında tevellüd edip İsmet Efendi Hazretlerin’in 22 sene hizmetlerinde bulunan Osman Necmullah Efendi‘ye bir cuma günü abdest alırken eline su döktüğü Şeyhi sormuş:
İsmet Efendi, maddi ve manevi ilimlerde yetişen bu evlatlarını ellibeş yaşında iken irşad için Bursa’ya göndermişlerdir(1885). Necmullah Efendi, evlenip yuva kurdukları Bursa’da Muradiye’de bulunan ve Kedili Dergah diye bilinen Miri Budala Dergah’ında Tarikat-i Aliyye’ye hizmet ederek 1909 senesinde 70 yaşında ahirete inkital etmişlerdir.
Bursa’da hizmet ettiği dergahı ihvanlarının gayreti, hususen o vakitler adliye müfettişi bulunan ve müntesiblerinden olan Nimetullah Efendi’nin delaletiyle müceddeden inşa kılmışlardır. Vefatlarından sonra postlarına oğlu ve halifesi Mehmet Şemseddin Efendi geçmiştir.
Osman Necmullah Efendi keramet ehli bir zat olduklarından bulutlardaki suları oturdukları yerden çekerek içerlermiş. Halim, selim, sükuta mülazım bir zat imiş. Birkaç sene ramazanlara Ulucami’de itikafa girmiştir. Sair vakitlerini tekkesinde uzletle geçirirmiş. Mevla sırlarını takdis buyursun. Amin.
Dergâh Haziresi Kitâbeleri
İSMET EFENDİ (K.S.)
Kutbu’l-Evliyâ
Es-Seyyid Eş-Şeyh Muhammed
Mustafa ‘İsmet
En-Nakşibendî El-Hâlidî
Kuddise Sirruhu
Sene 1289
Fi 16 Za
ABDULLAH BAHAEDDİN EFENDİ (K.S.)
Bâkî Huve
Merhum Eş-şeyh
‘İsmet Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin mahdumu
Merhum Ve mağfurun leh ‘Abdullah
Bahâuddîn Efendi
Rûh-ı şerîfine Lillâhi’l-Fâtiha
1292
ŞERİF KUDSİ EFENDİ (K.S.)
Huve’l-Bâkî
Eş-Şeyh Mustafa
‘İsmet Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin Hulefâ-yı
Kirâmından İşbu dergâh-ı şerîfin
Şeyhi Dimetokavî Es-Seyyid Muhammed
Şerîf Kudsî Efendi
Kuddise Sirruhu ruhuna El-Fâtiha
Fi Sene 1303
10 Cemaziyelâhir
HÜSEYİN KUDSİ EFENDİ (K.S.)
Huve’l-Bâkî
Eş-Şeyh Mustafa ‘İsmet
Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin Hulefâ-yı
Kirâmından Ve Kâimpederi
Edirnevî Es-Seyyid Eş-Şeyh
Hüseyin Kudsî Efendi
Kuddise Sirruhu hazretlerinin
Ruhuna El-Fâtiha
Fi Sene 1304
4 Saferu’l-Hayr
Yevm-i Pazar
HALİL NURULLAH EFENDİ (K.S.)
Huve’l-Bâkî
Gavsu’l-Vâsılîn Eş-Şeyh Mustafa
‘İsmet Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin hulefâ-yı kirâmından
Ve Bu dergâh-ı şerîfin postnişînlerinden
Kutbu’l-İrşâd Zağravî Es-Seyyid Eş-Şeyh
Halîl Nurullah Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin ruh-ı şerîflerine
Rızâen Lillahi Ta’âla’l-Fâtiha
Fi 13 Cemaziyelâhir 1311 8 Kânûn-i Evvel 1309
HACI AHMED HİLMİ EFENDİ (K.S.)
Huve’l-Bâkî
Kutbu’l-İrşâd Es-Seyyid Eş-Şeyh
Halîl Nurullah Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin hulefâ-yı kirâmından
İşbu dergâh-ı şerîfin postnişîni
Şeyhu’l-Meşâyih Eş-Şeyh Nevrekobî El-Hâcc
Ahmed Hilmî Efendi Kuddise Sirruhu
Hazretlerinin ruh-ı ‘âlîsi
Ve Cenâb-ı Hakk’ın rızâ-yı şerîfi
İçin El-Fâtiha
Fi 27 Cemaziyelevvel Sene 1323 Ve Fi 17 Temmuz Sene 1321
MEMDUH PAŞA HZ.
Dahiliyye Nâzır-ı esbakı Memduh Paşa’ya
Hakk Ta’âla rahmet eylesin Kendisi
Tarîkat-ı ‘Aliyyeye mensub idi
1341
ALİ SIRRI EFENDİ
Huve’l-Bâkî
Hulefâ-yı Nakşibendiyye
Ve Kudemâ-yı ricâl-i
Devlet-i ‘Aliyyeden
El-Hâcc Ali
Sırrı Efendinin
Ruhuna El-Fâtiha
Fi 18 Receb 1310 Ve Fi 25 Kânûn-i Sânî 1308
MİRALAY MEHMED ARİF BEY
Şeyh ‘İsmet Efendi
Kuddise Sirruhu hazretlerinin
Hulefâsından Tahniyye
Dâiresi müdîr-i esbakı
Yozgat’lı merhum mîralay
Mehmed ‘Arif Bey’in
Ruhu için El-Fâtiha
Fi 27 Muharrem 1322 Ve Fi 31 Mart 1320
Çarşamba